Makale
‘İnsan için’ ama ‘insansız’ haritalar
Suriyelilere vatandaÅŸlık verilmesi bahsi son hızla tartışılırken, saÄŸolsun Yıldıray OÄŸur sayesinde 100 yıl önceki bir haritaya bakma fırsatım oldu. Halep vilayetine baÄŸlı kazalar, nahiyeler gözüküyordu bu eski vesikada. 100 yıl önceki Halep ve Ä°dlip, Antep ve MaraÅŸ’tan daha az Türkiye deÄŸilmiÅŸ o vakitler... Bugün vatandaÅŸlığa kabul edip etmemeyi tartıştığımız ‘insan’larla, 100 yıl evvel ‘yurttaÅŸ’mışız. “Ä°nsan”ı tırnak içinde yazıp bir kenarda tutalım. Zira vatandaÅŸ olsunlar mı olmasınlar mı tartışmasının “insan”lık ucu, asabı gayet bozuk bizler için hem epey uzak, hem de gayet ütopik ÅŸimdiki zamanlarda... Ä°nsan, giderek mistik bir kavram haline dönüşüyor maddileÅŸen dünyamızda. DeÄŸerli ama soyut. Hatırlı ama zayıf. Müze duvarlarına asılacak, saygın ama sessiz bir tablo, tırnak içindeki “insan”...
“Ä°nsan”ın yerine; geçerlilik, etkinlik manasında, gerçeklik bilgisi adına neleri koyduÄŸumuza bakalım. Kompetanlık, uzmanlık, verimlilik, kontrol, üretim, hız ve realite. Her ÅŸey “insan” için baÅŸladı ilkin, ama o kadar teferruatlı tasarımlar, o kadar kusursuzluk aÅŸkına dalındı ki, “insan” çevresini kuÅŸatan bu plastik uygarlık ortasında unutuldu, küçük ve kımıltısız nokta kadar söndü, söndürüldü... “Ä°nsan”, arkasında kalıp yitti hatta, “insan için” olanın...
Haritalar da böyledir. İnsanlar için çizilirler. Sonra, insanların yerine geçerler. Bir korku filmini andıran bu acayip dönüşüm, yerine geçme, yerini alma bahisleri çerçevesinde elbette statik değildir öte yandan. Yani 100 yıl sonra eğer kıyamet halen kopmamışsa, sonraki seyircileri için neyi ifade edecektir bugünün haritaları mesela... Ondan da emin değiliz.
Haritalar, itiraf etsek de etmesek de, kimin durup kimin gideceÄŸine bakar ve unutmamak için çizilirler. Unutmamayı biraz kazıdığınızdaysa altından “köken” tutkusu, merakı çıkar. Ãœst giysisi; ülkü, hayal, ufuk gibi debdebeli kostümler de olsa köken melalinin, her ne kadar duraÄŸanlık, malik olma, sahibiyet gibi kristalleri olsa da paradoksal biçimde, “gitme”ye dair hareketliliÄŸi barındırdığı aÅŸikar.
Haritalara niçin bakarız? Mülkiyet ve devletlerin sınırlarını idrak için mi çizilmiştir haritalar? Dünyanın paylaşım resmi veya ulusların nüfus cüzdanı mıdır söz gelimi onlar? Gücü ve nüfuzu, yaşamak ve ölmek kaderini, aşağısını ve yukarısını, ileriyi ve geriyi, zengini ve fakiri mi ölçer haritalar?
Galaksinin mavi küçük bilyesinde yaÅŸanan nice savaÅŸlar, dökülen bunca kan, gözyaşı, oradan oraya kovularak yersiz yurtsuz kılınmış halklar, birbirine yabancılaÅŸtırılmış, düşmanlaÅŸtırılmış yaÅŸam tarzları... Acaba yıldızlardan bakanlarca, nasıl gözüküyor? Güliver’in Seyahatlerinde anlatılan aptal ve savaÅŸkan cüceler gibi görüyorlardır büyük ihtimalle bizleri. Onlar, yumurtanın altından mı yoksa üstünde mi kırılacağı hakkında bir türlü anlaÅŸamıyorlar ve bu yüzden birbirleriyle öldüresiye ÅŸanlı savaÅŸlara giriyorlardı Swift’ın meÅŸhur romanında...
***
Orta diye bir yer var mıdır?
Çok zor ve elbette politik bir soru. Baştan söyleyeyim, haritalarda yoktur bunun cevabı.
Ama “insan” gibi, hem maddi hem manevi dünyası olan, madde ile mana arasında bir berzah bir perde olan, aklı ve kalbi, bedeni ve ruhu, aceleyle sabrı, sevinçle hüznü, öfke ile affediciliÄŸi, kıskançlıkla lütfu bir arada taşıyan bir varlık için... “Orta”, her zaman gündemdir...
“Hayrul umuri evsatühü” dermiÅŸ Sevgili Peygamberimiz. “Her ÅŸeyin hayırlısı ortadır.”
Biz karşılıklı konuÅŸma imkanımızı neredeyse yitirmiÅŸ gibiyiz. Savunma ile Saldırı arasında sıkıştırıp duruyoruz birbirimizi. Le Guin, “orta” hakkında düşünürken, çok zor da olsa savunma ile saldırının arasında diÄŸerlerine nazaran daha esnek ve deÄŸiÅŸimlere açık bir zeminin her zaman mümkün olabileceÄŸinden bahseder... Orta; insan için uygun ve yararlı bir imkandan çok, sanki insanın kendisi gibi geliyor bana. Ziyarettir insan. Gider ve gelir, gider ve gelir...
Henüz yorum yapılmamış.